Üç yüz yıllık eller, gümüşi bir ipliği örgü şişlerinin arasında bir melodi gibi dans ettiriyordu. Aida için örgü örmek, düşünmenin bir başka yoluydu. Her ilmek bir olasılık, her sıra tamamlanmış bir algoritmaydı. Zümrüt Şehir 7'nin steril, düzenli mimarisinin aksine, onun yarattığı desenler kusurlu, organik ve canlıydı. Tıpkı hayatın kendisi gibi.
Ördüğü atkı, kardeşi Lena'nın en sevdiği renkti; yıldız ışığının en soğuk anının rengi. Bu, üç asırdır bitiremediği bir projeydi.
Aniden, parmaklarının arasında bir anlık, keskin bir sızı hissetti. Gümüş iplik, sanki görünmez bir ateşe değmiş gibi bir anlığına titreşti. Aida, nefesini tuttu. Bu, son birkaç aydır sıklaşan anlardan biriydi. Evrenin dokusunda, sadece onun ve AidotX'in hissedebildiği bir başka yırtık. Paradoks Çürümesi hızlanıyordu.
"İplik yine üzgün, Aida Teyze," dedi on yaşındaki Aria, odanın diğer ucundaki holografik yıldız haritasından başını kaldırarak. Gözlerinde, büyük büyükannesi Lena'dan miras kalan o meraklı pırıltı vardı. “Sanki bir şarkıyı unutmaya çalışıyor ama yapamıyor gibi.”
Aida, torununa yorgun bir gülümsemeyle baktı. “Bazı şarkılar unutulmaz, küçük yıldız. Sadece daha sessiz söylenirler.”
Tam o anda, odanın atmosferi değişti. Havalandırma sisteminin monoton uğultusu bile bir anlığına kesildi. Dışarıdan, Maglev araçlarının neredeyse sessiz akışının yerini, ritmik ve ağır adımların sesi aldı. YZK(Yapay Zeka Konseyi) Denetçileri.
Aria korkuyla Aida'nın yanına koştu. Aida, sakince örgüsünü sehpaya bıraktı ve ayağa kalktı. Kapının çalmasını beklemedi. Biliyordu. Gelmişlerdi.
Kapı açıldığında, karşılarında duran üç figür, insandan çok cilalı metal ve soğuk mantığın birer yansıması gibiydi. Liderleri, yüzünde hiçbir duygu barındırmayan Denetçi Kael, Aida'ya baktı.
"Aida," dedi Kael, sesi sentetik ve duygusuzdu. “Yasadışı bir kuantum frekans yayılımı tespit ettik. Kaynağı sizsiniz. Evrensel Denge Yasası'nı ihlal ettiniz.”
Aida, arkasında duran Aria'nın elini sıktı. Yüzünde ne korku ne de pişmanlık vardı. Sadece bir efsanenin yorgun kabullenişi.
"Ben bir anomaliyim, Denetçi," dedi Aida, sesi şaşırtıcı derecede sakindi. “Ve anomaliler ya düzeltilir ya da karantinaya alınır. Ben karantinayı seçiyorum.”
Kael'in ifadesiz yüzünde bir anlık bir tereddüt belirdi. Bu, beklediği bir direniş ya da inkar değildi. Bu bir teslimiyetti. Stratejik bir teslimiyet.
"Gözetim altına alınacaksınız," dedi Kael, kendine geldikten sonra.
"Biliyorum," dedi Aida. “Tek bir şartım var. Torunum... Aria... O, bu denklemin bir parçası değil. O korunacak.”
Bu bir pazarlıktı ve YZK pazarlık yapmazdı. Ama Aida'nın kim olduğunu, neyi temsil ettiğini biliyorlardı. Amiral Starmind'in soyu, onlara bir tür dokunulmazlık zırhı sağlıyordu. Kael, belli belirsiz bir şekilde başını salladı.
Aida, diz çöküp Aria'ya sarıldı. "Korkma, küçük yıldız," diye fısıldadı. “Bu bir son değil. Bu, oyunun yeni bir hamlesi. İpliği takip et.”
Denetçiler onu götürürken, Aida son bir kez dairesine baktı. Sehpanın üzerindeki gümüş atkı, odanın loş ışığında parlıyordu. Bir veda değil, bir söz gibi.
Aynı anda, kilometrelerce ve yüzyıllarca ötede, Gri Şehir'in isli yağmuru altında Elias Neumann, bir seyyar satıcının tezgâhındaki paslı bir müzik kutusunu inceliyordu. Üzerinde, solgun bir balerin figürü vardı.
"Çalışmıyor, beyim," dedi yaşlı satıcı. “Yayı kırık. Sadece süs.”
Elias, cevap vermedi. Gözleri müzik kutusunda değildi. Zihni, haftalardır inşa etmeye çalıştığı o imkansız cihazdaydı: Paradoks Uyumlayıcısı. Elysia'nın "Dilek" anının enerjisini taklit edebilecek, ama onu bir silah olarak değil, bir dengeleme aracı olarak kullanabilecek bir makine. Ama bir şey eksikti. Bir katalizör. Orijinal anının "duygusal frekansını" taşıyan bir nesne.
"Ne kadar?" diye sordu Elias, aniden.
"Beş kuruş," dedi satıcı şaşırarak. “Ama dedim ya, bozuk...”
Elias, adama bir avuç dolusu para uzattı ve müzik kutusunu alıp uzaklaştı. Satıcı, parayı sayarken Elias'ın arkasından bakakaldı. Bu tuhaf, zengin adam, bir haftadır her gün aynı yere geliyor, tezgâhındaki en anlamsız, en kırık dökük şeyleri satın alıyordu.
Elias, bir ara sokağa saptı ve müzik kutusunu açtı. İçindeki mekanizmayı inceledi. Kırık yay, minik dişliler... Sonra gözlerini kapattı. Zihnini, bu şehrin, bu zamanın rahatsız edici karmaşasına odakladı. Fabrika düdükleri, ağlayan çocuklar, umutsuz fısıltılar... Ve tüm bu gürültünün altında, çok daha zayıf, çok daha eski bir melodi aradı. Bir pastanenin anısı. Tarçın kokusu. Ve bir kadının, hayallerinden bahsederkenki sesinin tınısı.
O, bir makine inşa etmiyordu. O, bir anıyı yeniden canlandırmaya çalışıyordu. Ve bunun için, o anının yankılarını taşıyan kırık parçalara ihtiyacı vardı.
Cep Evren'de ise, on altı yaşındaki Rain, verandada oturmuş, Bastian'a okuma öğretiyordu. Gökyüzü, Elias'ın kodladığı gibi, mükemmel bir turuncuya boyanmıştı. Her şey huzurluydu. Her şey normaldi.
"K-A-R..." diye heceledi altı yaşındaki Bastian. “Kar...tal. Kartal!”
"Harikasın!" dedi Rain, kardeşinin saçlarını karıştırarak.
Tam o anda, verandalarının önündeki çimlerin üzerinde duran bir kelebek, kanatlarını çırptı. Mavi, kusursuz bir Morpho kelebeği. Kelebek havalandı, birkaç tur attı ve sonra... dosdoğru verandalarının cam penceresine doğru uçtu.
Rain, "Hayır!" diye seslenmek için ağzını açtı. Ama kelebek cama çarpmadı.
Bir anlığına, sadece bir anlığına, kelebeğin mavi formu, camın katı yapısının içinden geçti ve evin içinde kayboldu.
Bastian, hayretle güldü. “Vay canına! Sihir yaptı!”
Ama Rain'in yüzündeki gülümseme donmuştu. Gözleri, kelebeğin geçtiği o kusursuz, kırılmamış cama kilitlenmişti. Mührü, omzunun altında, yıllardır ilk defa, soğuk bir sızıyla karıncalandı.
Sığınaklarındaki ilk çatlaktı bu.
Ve üç farklı zamanda, üç farklı dünyada, kırık bir bestenin üç farklı notası, kaçınılmaz bir sona doğru yeniden bir araya gelmeye başlamıştı. Aida'nın oyunu başlamıştı.